Çözümlenememiş Bir Tarih Sorunu: Şeyh Bedreddin - 3

Bu şahsiyet benzetmelerinin ne ölçüde geçerli veya yerinde olup olmadığının değerlendirilmesi, başlı başına bir çalışmayı ve beni aşan bir uzmanlık ve yetkinliği gerektirmektedir. Söz konusu anakronik benzetmelerin en azından düşünce tarihi açısından olumlu yanları bulunabileceği iddialarına itiraz etme konusunda da fazla ısrarlı değilim. Ancak, Bedreddin’i düşünce ve eylemi itibariyle yukarıda sıralanan şahsiyetlere "benzetme" girişimlerine ilişkin bir noktayı soru şeklinde formülleştirmeden de geçemeyeceğim. Bedreddin'i ele alıp inceleyen yazarların onunla başka düşünürler arasında kurdukları bu benzerlik, hatta özdeşlik ilişkilerini acaba söz konusu düşünürler üzerine konuşurken de onlarla Bedreddin arasında kurabilir miyiz? Söz gelimi Spinoza, Leibniz, More, Campanella, Mazdek, Comte üzerine, Türkiye'de veya Batı'da çalışan biri, örneğin Spinoza'yı değerlendirirken, onun düşüncelerinin 15. yüzyıl Anadolu’sunda yaşayan Bedreddin'in düşüncelerine benzediğini söyleme yoluna gider mi? Ya da Thomas More veya Campanella'yı ele alırken onlardan "Garp'ın Bedreddin'i" diye söz eder mi?!.. Yanıtın olumlu olacağını söylemek zor. O halde, kurulmakta olan "benzenen" ve "benzeyen" ilişkisinin pek de masum olmadığı, benzerliği kuranların zihninde "benzenen" (Luther, Münzer, Spinoza, Leibniz, vd.) karşısında "benzeyen"in (Bedreddin) talileştirildiği (dolayısıyla tâbileştirildiği) bir durum söz konusu edilebilir. Bir başka deyişle, Bedreddin'le meşgul gibi görünseler de yazarlarımızın zihninde (olumlu ya da olumsuz çağrışımlarla) "aslolan" Spinoza, Leibniz, Campanella, Comte, vd. olup, Bedreddin bir anlamda onlara "benzer"liğinden dolayı kendisinden söz edilmeye "değer" olmaktadır. Böylesi bir zihni yapılanmanın Bedreddin'i yaşadığı toplumsal ve siyasal bağlam içerisinde hakkıyla veya (o meşhur "Ben de halümce Bedreddinem" deyişinden ilhamla)(43) "halince" tanıma ve tanıtma imkânlarını hayli kısıtlayacağı söylenebilir.

Düşünsel açıdan karşımıza en çok çıkacak nitelemenin "sosyalist"lik/"komünist"lik olacağını tahmin etmek zor değildir. Bu yönde hem (yazının başında değinildiği şekilde) olumlu hem de olumsuz pek çok niteleme söz konusudur. Hançerlioğlu'nun olumlu vurgusuyla Bedreddin büyük bir Türk "toplumcu"su, Danişmend'in olumsuz vurgusuyla ise, şiddetli bir materyalist ve komünist'tir.(44) Prof. Fındıkoğlu için "Türkiye'de 19. yüzyıl sonlarında başlatılabilecek sosyalist hareketin hazırlayıcısı" iken, Prof. Çubukçu'ya göre, "manevi duyguları siyasal amaçla sömürerek sosyalist bir düzen kurmak iste"yen bir şahsiyettir.(45) Wittek'e göre "bir nevi komünizmi ... telkin eden içtimai ve dini hareketin başı", Vryonis'e göre ise mülkiyet ortaklığı öneren komünist doktrini vaz'ederek toplumsal durumdan hoşnutsuz olanları çevresine toplayan biridir.(46) Fakat bunların hiçbiri İbrahim Hakkı Konyalı'nın "zirve-yorum"una yaklaşamazlar bile. Konyalı "Stalin'in Şeyhi" olarak nitelediği Şeyh Bedreddin'in asıldığı günün, tüm dünya milletleri için bir kurtuluş günü ilan edilmesi gerektiği görüşündedir. Aksi taktirde dünya "kızıl tehlike" acısını 530 yıl önce tatmış olacaktı!.. (47)

Bunların yanı sıra Bedreddin'i "sosyal demokrasinin bir savunucusu" sayan,(48) Rusya'daki "Dekabristler"e benzeten,(49) "liberal" olarak niteleyen,(50) Türklük bilinciyle hareket ettiğini söyleyen(51) ya da aksine, Türk'ün birliğine zarar veren bir nifakçı ve hain olarak gören(52) yazarlar vardır.

Kaynak Sorunu

Şimdi bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bu kadar çeşitli, karşıt, spekülatif ve karmaşık değerlendirmelere gidilen bir tarihsel şahsiyet ve olaya ilişkin "bilgilendirici" kaynaklar bir elin parmaklarını geçmemektedir. Ortada Bedreddin ile çağdaş dört vak'anüvis tarafından kaleme alınan, daha da önemlisi belgeye değil "tevatür"e (lafa) dayalı, yani güvenilirlikleri tartışmalı dört kaynak bulunmaktadır.(53) Anılan bu kaynakların ise yalnızca birinde Bedreddin olayını, deyim yerindeyse "sansasyonel" hale getiren, başlangıçta zikrettiğimiz bir "ilişki"nin varlığından söz edilmektedir. Bu, Bedreddin ile Börklüce Mustafa'nın isyanı arasındaki ilişkidir. Kendisi kazasker iken Börklüce Mustafa'nın onun kethüdası olduğu ve İznik sürgünü sonrasında da Börklüce ile bağlantısının bulunduğu, 1416'larda Aydın-Karaburun' da Börklüce'nin Manisa'da ise Torlak Kemal'in isyanlarının arkasında olduğu yaygınlıkla kabul gören ve Bedreddin üzerine kaleme alınmış hemen her çalışmada, olumlanarak veya olumsuzlanarak yer alan iddialardır. Bu bağlantı ve Börklüce'nin Bedreddin ile ittifak içinde isyan ettiği, yukarıda zikredilen, Bedreddin'le çağdaş kaynaklardan yalnızca "Aşıkpaşazade Tarihi"nde yazılıdır ve daha sonraki dönemlerin Osmanlı tarih anlatılarına da buradan geçmektedir. Bir başka ilginç nokta bu kitabın Bedreddin'i bütünüyle olumsuzlayan ve suçlayan tek kaynak olmasıdır. Diğer üç kitap Bedreddin'e daha tarafsız bakmakta, hatta bunlardan biri Bedreddin'i takdir etmektedir. Ancak bunlarda Bedreddin ile Börklüce birbirinden bağımsız olarak anlatılır ve birbirlerinin isyanları arasında bağlantı kurulmaz.(54)

Bunun yanı sıra söz konusu bağlantı Bedreddin'in torunu Hafız Halil'in, dedesinin hayatını anlatan, Fatih Sultan Mehmet döneminde yazılmış "Menakıbname-i Şeyh Bedreddin"de de kurulmaktadır. Hafız Halil eserinde kendisinin ve iki kız kardeşinin Börklüce Mustafa tarafından sürgündeki dedeleri Bedreddin'in yanına İznik'e götürüldüklerini söylemektedir.(55) Buradan hareketle Bedreddin ile Börklüce arasında bir tanışıklık, ilişki ve hatta "muhabbet" olduğu kabul edilebilse dahi hâlâ Bedreddin'in Börklüce ve Torlak Kemal'in isyanlarının arkasında yer aldığım veya gizli önderi olduğunu tespit edecek kanıt ve belgelerden yoksun bulunmaktayız. Kaynakları daha dikkatli değerlendiren, özellikle de Bedreddin'in kendi eserlerinde yer alan görüşlerden hareket eden kimi yazarlar Börklüce'nin eşitlikçi komünizminin Bedreddin'in kafasında yer almasının mümkün olmadığını, onun eski bir devlet görevlisi de olarak daha ziyade hukuksal bir reformdan yana olduğunu ileri sürmektedirler.(56) Dolayısıyla bu çalışmalara göre Börklüce'nin radikal devrim Bedreddin'in ise siyasal-toplumsal reform peşinde oldukları söylenebilir.(57)

Kanıt ya da belge eksikliği konusundaki bu ısrarlı vurgulamalarla bir olgu ve belge fetişizmi yapılmak istendiği düşünülebilir. Böyle bir niyetim olmayıp burada amaçlanan, Carr’dan ilhamla, tarihsel anlatının içindeki olgulardan çok, onu yazanla ilgilenme gereğinin önemini vurgulamaktır.(58) Çünkü Bedreddin'i olumlayan günümüz tarihçi, yazar ve düşünce insanlarının da, onu olumsuzlayanların da Aşıkpaşazade'yi temel dayanak almaları hayli anlamlıdır. Anlaşılan her iki taraf için de istenileni Aşıkpaşazade vermektedir. Bugüne ait bir kavganın tarafları için geçmişten malzeme devşirmek gerektiğinde uygun kaynak, Aşıkpaşazade Tarihi'dir. Aktarılan bilginin doğruluğunu tartışmalı hale getiren diğer kaynaklara yönelik olarak seçilen strateji ise, "ihmal etmek"tir.

Sonuç:

"Bak," Diyor Tarihçi...,
"Geçmiş Boyun Eğer Benim Yorumuma"...(59)

Burada "geçmiş hakkında bir söylem" olarak tarihin ne olduğu ve ne yaptığı üzerine, Şeyh Bedreddin örneğinden hareketle ve Türkiye tarihçiliği/tarih yazımı özelinde bir tartışma açma sürecine geçiş için uygun noktaya geldiğimiz söylenebilir. Buraya kadar anlatılanların bize Bedreddin'in kim olduğu ve ne yapmak istediği üzerine doyurucu karşılıklar verdiği söylenemez.

Aslında kaynakların toplu halde değerlendirilmesinin açık-seçik kıldığı bir nokta, Bedreddin'in son derece "çapraşık", birbirine zıt yönelimlerle, ilgi ve tercihlerle dolu yaşantısının hem düşünce hem de eylem olarak, bize dönemin coğrafyasının toplumsal-kültürel haritasını tasavvur etme imkânını açık bir şekilde vermesidir. Bedreddin, Selçuklu soylusu/gazisi bir baba ile Rum bir anneden doğmuş olmakla, daha ömrünün başlangıcından itibaren bir dinsel kaynaşma esprisinin içinde kendisini bulmuştur. Ancak yine başlangıçtan itibaren ehl-i sünnet ilkeleri çerçevesinde bir İslami eğitime tabi tutulmuş, giderek klasik İslam ilimlerinde temayüz etmiştir. Bu donanım ve birikim ile yazdığı eserler büyük takdir toplamış ve kendisinden sonra uzun yıllar Osmanlı medreselerinde ehl-i sünnet ilkeleri çerçevesinde okutulmuştur. Fakat öte yandan Edirne-Kahire arasında çok çeşitli yerlerde konaklayarak geçen yirmi yıllık dönemde Anadolu toprağı ile tanışmış ve Türkmen Alevilerinin, Sakızlı rahiplerin sevgisini kazanmıştır. Dolayısıyla hem ehl-i sünnete hem Aleviliğe, hem de Hristiyanlığa "taalluk"u bulunmaktadır. Evet, bir Selçuklu soylusu olup bu anlamda "feodal" niteliklere sahiptir. Ama işte Anadolu'yu dervişane biçimde karış karış dolaşırken halkla yakınlaşmış ve kaynaşmış bir "halk adamı"dır. Bir zaman gelmiş ulemadan olma vasfını terk edip dünya işlerini bırakmış, Kahire'de tanıştığı Şeyh Hüseyin Ahlatî'ye intisap etmiş ve saygın bir âlimken mütevazı bir sufî mürit olmuştur. Ama daha sonra zaman gelmiş dünya işlerini düzeltmek için Musa Çelebi'ye Kadıasker, yani devlet adamı olmuştur.

Verdiği eserler de benzeri çapraşıklıklarla doludur. En meşhur eseri Varidat'ın bir yerinde, Peygamberleri, çocukları küçük ve zararsız yalanlarla uyutan ebeveynlere benzetir; ama bir yerde kendisini keramet sahibi bir Nebi gibi sunar, işte o zaman onu bir "kızıl bâtıni peygamberi" şeklinde de, peygamberleri reddeden bir "mülhid" şeklinde de resmetmek için kullanılacak malzemeyi bulabilirsiniz. Alevilerle muhabbetinden dolayı onu Şii-Alevi yapıp, doğum yerinin Edirne'deki Simavna değil, Necef’teki "Semavet" olduğunu ileri sürecek ölçüde ifrada kaçabilirsiniz.(60) O Selçuklu kökeniyle Osmanlı düşmanı bir "feodal" de olabilir sizin için, ama pırıl pırıl bir "Türklük" bilinciyle hareket eden "özgürlük savaşçısı" da...

Bunların sonucunda ortaya birçok Bedreddin çıkar. Ama bunun yanı sıra çıkan başka şeyler de vardır. Söz gelimi yukarıdaki örnekler hatırlanacak olursa yazılarda Bedreddin hakkında üstelik hayli sorunlu nitelikte bilgi edinmekten öte yazarların zihniyet ve "duygu" dünyaları hakkında da bilgilenme imkânı buluruz. "Stalin'in Şeyhi", "Kızıl Bâtıni Peygamberi", "Sosyalist Özgürlük Savaşçısı", "Şark'ın Campanella’sı" gibi ifadeler bize Bedreddin'i olmasa da bunları yazanları daha "çok" tanıtır. Bu arada Cumhuriyet'in başından beri "Tarih"in kendisinin başlıbaşına bir sorun olduğu ve ortalıkta değişik tarih tezlerinin kol gezdiği Türkiye'de, bugüne ilişkin projelere bir evveliyat ve selef arayışlarında Bedreddin'e baş vurulduğunu tespit ederiz.(61) "Şeyh Bedreddin ve Varidat" adlı eserinde İ. Z. Eyüboğlu Bedreddin'i Anadolu'nun yarattığını, uygarlıklar beldesi Anadolu'nun coğrafi konum ve kültürel birikiminin Bedreddin'in düşünce ve eylemine adeta "öz" olduğunu söyler. Bu söylenenlerden Eyüboğlu’nun "Anadolucu" Türk Tarih Tezi’nin savunucusu olduğunu çıkarsamak zor olmaz. Ya da Bedreddin'in eylemini bir İslami mezhep hareketi olarak kavrayan, ancak Türklük bilincinden fışkırdığını dile getirerek olumlayan Bezmi Nusret Kaygusuz'un Türk-İslam sentezciliğine dönük arayışları olduğunu hissedebiliriz. Burada yapılan, düşünsel, epistemik bakımdan, "kendini tarihte aramak" veya "kendine tarih aramak"tan başka bir şey değildir.

1 - 2 - 3 - 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP